top of page

Ruhsal hasarın izi kolay geçmeyecek*



Bundan bir yıl önce hayatımıza yeni birçok sözcük girdi: Pandemi, karantina,

izolasyon, sosyal mesafe, el yıkama kuralları, maske, dezenfektan, damlacık,

enfeksiyon ve benzeri... Bunlar daha önceleri tıp fakültesi derslerindeanlatılan ve

gerçek yaşamdan uzak sözcükler iken, son bir yıldır artık günlük yaşamın olağan

parçası haline geldi.

Koronavirüs, hastalık adıyla Covid-19, salgını ülkemizde bir yılını doldururken şu

andaki bilanço milyonlarca hastalanmış kişi, onbinlerce kişinin ise ölümü anlamına

geliyor. Pandeminin bu tür fiziksel hasarlarının yanı sıra toplumsal, ekonomik ve

ruhsal etkileri de bulunuyor.

BİR YILDA NELER OLDU?

Salgının ilk günlerinde, hastalıkla ilgili bilinmezlikler elbette bugüne göre çok daha

fazlaydı. Ancak tüm toplum bu yeni durumla karşılaştığında topyekûn harekete geçti

ve herkes yüksek bir motivasyonla bu hastalık salgınının üstesinden gelmek için

olanca gücüyle çalışmaya başladı. Yakın zamanda sonlanacağı düşünülen önlemlere

uymak ilk zamanlarda kolaydı. Üstelik hızla başlayan aşı çalışmaları da sonbaharda

sonuçlanacaktı, yazdan sonrası daha iyi görünüyordu. Mart-mayıs ayları arası

salgının atlatılması için harcanan çabalar ve yüksek beklentilerle geçerken, vaka

sayılarının düşmesi ve karantina kurallarının gevşetilmesi umudu daha da artırdı.

Hastalığın yenileceğine olan inanç yeni koşulların zorlaması karşısında dayanıklılığı

da olumlu etkiliyordu. Ancak sonbaharın gelmesiyle birlikte artışa geçen vaka

sayılarının bir önceki kışı da aratacak düzeylere hızlıca ulaşması tüm toplumda bir

hayal kırıklığını ve umutsuzluğu da beraberinde getirdi.Yetkili makamların şeffaf

olmayan tutumlarının güven sarsıcı olması, hiçbir zaman gerçekleri tam bilememe

kaygısı yaşananlarla ilgili belirsizliği ve bilinmezliği tetikleyen durumlar oldu. Kış

aylarına gelindiğinde sonuçlanmaya başlayan aşı çalışmaları umutları yeşertse de,

aşı üretimindeki kısıtlılıklar, aşıyla ilgili güvenilirlik ve etkinlik sorunları, kitlesel

aşılamada yetersizlikler ve eşitsizlikler, aşıyla ilgili umutları azaltırken, farklı

coğrafyalardan gelen mutant virüs haberleri, aşının etkinliğiyle ilgili soru işaretlerini

körükledi. Şimdilerde tüm dünya hergün onbinlerce yeni vaka ve ölümle boğuşmaya

devam ederken, ne salgının ne zaman biteceği yönünde bir öngörüye sahibiz ne de

geçen yıl yaşamımıza giriveren bazı kuralların bundan sonra yaşamın gerçekliğinin

kendisi olmayacağını garanti ediyoruz. Bir yandanda birçok kişi sevdiklerini ve

yakınlarını kaybetmekte, yeni normal gereği bu kayıplarıyla ilgili ritüellerini bile

istedikleri şekilde yerine getirememekteler.

SADECE FİZİKSEL SONUÇLARI YOK

Koronavirüs salgınının başlamasıyla birlikte yaşamımızda birçok alışageldiğimiz

davranış veya durum da değişti. ‘Yeni normal’ olarak adlandırılan bu oldukça yeni

durumlar, kaçınılmaz olarak yanında yeni zorlukları da getiriyor. Yeni duruma adapte

olmaya çalışmanın getirdiği insanın kendisinden ve dışarıdan kaynaklanan stres,

maalesef yeni normalin toplumda neden olduğu zorluklar olarak karşımıza çıkıyor.

Mesafelenme esasen bir fiziksel mesafelenmeyle ilgili olmasına rağmen, karantinalar,

sokağa çıkma yasakları giderek bu fiziksel mesafelenmenin bir sosyal izolasyona ve

yalnızlığa dönüşmesine neden oldu. Kendini yalnız olarak tanımlayan kişilerin sayısı

giderek artarken, buna bağlı birçok ruhsal sorun da artış gösteriyor gibi. Yalnızlık ve


sosyal izolasyonun ise erken ölümle, depresyonla, kardiyovasküler hastalık riskiyle

ve bilişsel bozulmayla ilişkili olduğu biliniyor  (1) .

Pandemi tahmin edilebileceği gibi ekonomiyi de tüm dünyada olumsuz etkilerken,

zaten bir süredir ekonomik sorunların yaşandığı ülkemizde ekonomik etkileri çok

daha büyük oldu. Artan yaşam pahalılığı, işsizlik, ödemelerin yapılmaması,

ebeveynlerin okula gidemeyen çocukların bakımı için işten ayrılmak zorunda kalması

stresi artıran durumlar. Artan stres ilişkilerin bozulmasına neden olurken, haberler ve

araştırmalar ev içi şiddetin de arttığını gösteriyor  (2) . Stres, ev içi şiddet, derinleşen

yoksulluk, bozulmuş rutinler, gelecek kaygısı, belirsizlik, yalnızlaşma, umutsuzluk ise

kaçınılmaz olarak ruh sağlığını toptan olumsuz etkilemekte.

YARATTIĞI HASAR DEVAM EDECEK

Yukarıda anlattığım tablonun pek de iç açıcı olmadığının farkındayım ancak insanlık

olarak umutsuz ve kısmen iç karartıcı günlerden geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz bu

durumun yakın zamanda değişebileceğine ve eski yaşam şeklimize dönebileceğimize

dönük umutsuzluk ruhsal etkilenmeyi artırıyor.

Türkiye ile ilgili verilere tam sahip değiliz ancak Amerika Hastalık Korunma ve Kontrol

Merkezi’nin (CDC) yaptığı bir araştırmaya göre2020’de bir önceki yıla göre

depresyon, kaygı bozuklukları, uyku sorunları, alkol-madde kullanımı ve intihar

düşünceleri gibi ruhsal sorunların 2-3 katartış gösterdiği saptanmış  (3) .

Salgınla geçen süre, dolayısıyla toplumun maruz kaldığı stres yakın tarihte hiç

bilinmediği kadar uzadı ve uzamaya devam ediyor. Bu uzamış maruziyet sorunların

büyümesine, ruhsal zorlanmanın artmasına, başa çıkma yetilerinin zaman zaman

yetersiz kalmasına ve ruhsal dayanıklılığın azalmasına neden oluyor. Tahmin ediliyor

ki pandeminin fiziksel etkileri hafiflese de hayatımızda yarattığı hasarlar ve

değişiklikler toplumun geniş bir kesimini ruhsal açıdan uzun süre daha etkilemeye

devam edecek.

İNTİHAR DAHA ÖNEMLİ BİR SORUN OLABİLİR

Pandeminin intihar oranlarını artırdığıyla ilgili evrensel geçerliliği olan bir yargıya

varmak için veriler henüz yetersiz olsa da, farklı ülkelerde farklı büyüklüklerde yapılan

araştırmalar tamamlanan intiharlarda, intihar girişimlerindeve kendine zarar verme

davranışında artışa dikkatleri çekiyor  (4) .

İntiharla ilgili risk faktörleri (depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, umutsuzluk,

sıkışmışlık ve ağırlık hissi, alkol ve madde kötüye kullanımı, yalnızlık, ev içi şiddet,

çocuk istismarı, işsizlik ve finansal güvensizlik gibi) düşünüldüğünde, pandemininbu

risk faktörlerinin tümünü artırdığı çok açık şekilde ortada. Bu nedenle intihar

düşüncelerinde ve girişiminde artışı bunlar açıklıyor olabilir.

Türkiye’de ise durum biraz daha farklı. Ülkemizde intiharın bir ölüm nedeni olarak

Batılı ülkelerinden daha düşük olduğu biliniyor. TÜİK verilerinden 2018 yılına kadar

olan intihar oranlarına ulaşılabiliyor ve oranlar genellikle yıllar içinde sabit seyretme

eğiliminde. Ancakpandeminin etkilerini değerlendirmek için gerekli son iki yılın

sayılarını henüz bilmiyoruz. Fakat medyaya yansıyan haberlerden edinilen izlenim

son zamanlarda intihar vakalarında bir artış olabileceğini düşündürüyor. Özellikle

genç erkeklerde ve riskli gruplarda intihar düşüncelerinin artması bir olasılık dahilinde

değerlendirilmeli.

İntihar düşünceleri ve planları her zaman ölmek istemekle ilgili olmayabilirken,

özellikle bu dönemde mevcut yaşamının mevcut şekliyle devam etmesine


katlanamamakla ilgili olabilir. Yaşamda bir değişiklik olmayacağına dönük

umutsuzluk, intihar düşüncelerinin iyileşmemesiyle ilgili bir umutsuzluğa da neden

olabilir ki bu yardım aramayı ve istemeyi olumsuz etkileyebilecek bir durum olabiliyor.

Oysa intihar düşünceleri değişebilir ve tedavi edilebilir durumlardır. Bu nedenle

yardım isteyebilmek intiharın önlenmesinde çok önemli.

***

KİMLER RİSKLİ GRUPTA?

Sosyal izolasyonun belki de en fazla etkilediği grup olan genç erişkinlerin ciddi risk

altında olduğu birçok araştırmada tekrarlanmış durumda. Gelecek kaygısı ve

yalnızlaşma ruhsal problemleri derinleştirirken, Avrupa’da birçok psikiyatri servisi

genç erişkinlerle doluluk oranları açısından tarihinin en yoğun döneminden geçiyor  (5) .

Yine tekrarlanan çalışmalarda gösterildiği şekilde kadınlar ve kendini ikili cinsiyette

tanımlamayanlar (non-binary), işsizler, yoksullar, azınlıklar, yaşlılar, çocuklar ve

dezavantajlı grupta olanlar ruhsal etkilenmeye en yatkın gruplar arasında.

***

NE YAPILMALI?

Ruhsal rahatsızlıklar tüm dünyada ve ülkemizde yetiyitiminin başta gelen

nedenlerinden aslında. Bu sebeple de önemsenmeleri gerekiyor. Yeni yeni gelişen

bir ruh sağlığı etkilenmesi dalgasıyla karşı karşıyayken hızlıca önlemler alınarak bu

dalganın büyümesinin önlenmesi oldukça önemli. En az koronavirüsün yayılmasını

engellemeye dönük önlemler kadar ciddiye alınarak ruhsal etkilenmeyi azaltmaya

yönelik politikalar geliştirilmeli. Ruhsal etkilenmeye neden olan durumların etkisinin

azaltılmasına yönelik bu politikaların yanı sıra, toplumun bilgilendirilmesi, konuya

özgü acil yardım kanallarının oluşturulması ve toplumun genelinin bu kanallara

ulaşmasının sağlanması elzem.

Şu andaki tablo pandeminin getirdiği zorunlu koşulların azalarak da olsa uzun bir

süre daha devam edeceğini düşündürüyor. Bu ise ruhsal olarak bu sürecin etkilerinin

de uzun süre devam edeceği anlamına geliyor. Bu nedenle yazıda bir kısmından

bahsedilen riskli durumlarla ilgili önlemler alınabilir. Elbette bunların bir kısmı bireysel

olarak çözülebilecek sorunlar değil ama bireysel olarak sosyal izolasyonu azaltmak,

sosyal bağları güçlendirmek, bireysel olarak ruhsal iyi olma halimizi olumlu etkileyen

faaliyetlere önem vermek, pandemiyi unutmamak ama sadece pandemiyle de

yaşamamaya gayret göstermek ruhsal etkilenmemizin azalmasına katkı koyabilir. O

nedenle uzun soluklu bir mücadeleye de her açıdan hazırlıklı olunmalı. Gerektiğinde

ruhsal yardım istemenin ve yardım almanın faydaları da göz ardı edilmemeli.

Bu umutsuz günlerin elbette daha umutlu günlere dönüşeceği günler de gelecek.

***

Kaynaklar:

Smith BJ, Lim MH. How the COVID-19 pandemic is focusingattention on

lonelinessandsocialisolation. PublicHealthResPract. 2020;30(2):e3022008.

Ünal B, Gülseren L. COVID-19 pandemisinin görünmeyen yüzü: Aile içi kadına

yönelik şiddet.Klinik Psikiyatri Dergisi.2020;23(Ek 1):89-94.


Czeisler ve ark. MentalHealth, SubstanceUse, andSuicidalIdeationDuringthe COVID-

19 Pandemic. Weekly. 14 Ağu 2020;69(32):1049–1057.

Ann J ve ark. Trends in suicideduringthe COVID-19 pandemic. BMJ.

2020;371:m4352.

https://www.nytimes.com/2021/02/14/world/europe/youth-mental-health-

covid.html?smid=url-shareadresinden 19.02.2021 tarihinde erişildi.


* 1 Mart 2021 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.

Comments


Dr. Necip Çapraz

bottom of page